17 Haziran 2011 Cuma

BAŞKA BİR İNTERNET MÜMKÜN (MÜ ACABA?)

Yumuşak Şehir isimli bir sergi var İstanbul'un film seti kılıklı Galata bölgesinde. Sergi 18 Mayıs'tan beri devam etmekte. 18 Haziran'da bitecek gibi. Biter mi? Bitmez. Neden mi? Anlatayım...

Özel olanla kamusal olanın iç içe geçtiği, sanal ile gerçek olanın birbirine karıştığı, geçmişten günümüze, gelecekten geleneğe, atmosferden hidrosfere uzanan bir retrospektif olarak tanımlayabileceğimiz bu sergi, başladığı yerden göğe kadar haklı bence. Yumuşak olanı sertleştiremezsiniz çünkü, güneşi balçıkla sıvayamayacağınız gibi. Eğer bir şekil varsa ortada, bir sertlik olmalı orada. Şekil-sizler bir şekil oluşturmaya başladığındaysa, arkanıza bakmadan kaçın derim. Boşuna değil bu acele; biliniz ki "şehir korku içinde".

Gelelim hikayeye... Her şey 18 Mayıs Çarşamba öğleden sonrasında, püfür püfür bir bahar havasında başladı.  Serginin katılımcılarından Volkan Kaplan ve ben, tüm engellemelere rağmen, "bize ayrılan duvarları" afişlemeye başladık. Ultra-ağır tutkal kovası ve ikimizden de büyük merdivenle önce onun film afişini,  sonra benim afiş görünümlü blog'umu doğan görünümlü şahinin kartal bakışları altında, beden bütünlüğümüzü koruyarak, omurgamızı olabildiğince uzun tutarak, doğal nefesle, karnı yumuşak, çeneyi yumuşak tutarak, duvarla birleştirmiş bulunduk. Oldu bi kere.

Buraya kadar her şey yolunda. Gayet doğal. Hatta yumuşak.

Günler birbiri ardından geçip giderken, sergi hakkında yazılıp çizildi; 20 küsür sanatçı, ALANİstanbul, Manzara Perspectives'e ait iki dükkan, Galata, Tatar Beyi sokak, Tophane, Naime kıraathanesi, İran'dan gelen sevimli bir süper kahraman -hepsi işin içindeydi: O esnada, Soft City'de...

Ya sonra? Geçen hafta bir gün, haber geldi. Benim blog-posteri sökmüşler. Önce duvarı blog'a, sonra da blog'u duvara taşımış, insanları duvarın arkasına geçmeleri için cesaretlendirmiştim. (bknz. blog arşivi, Mayıs) Eşyalarını yığdıkları duvarın arkası giderek kalabalıklaşmaktaydı, başka bir internet mümkündü. Anlaşılan engelleri aşmak konusunda hiç bir engel tanımıyorduk; eğer duvara erişim mahkeme kararıyla engellenmişse ve duvarın arkasında başlayan yeni hayat bizi çağırmaktaysa, ne duruyoruz? Yeni hayat hakkımız, söke söke alırız diyenler, blog'u duvardan sök sök sökerekten, bir parçasını da hatıra niyetine bırakmışlar sağolsunlar. Bense yeni bir tutkal-poster-merdiven macerasına girmek için biraz yıpranmıştım; yaz günü şifayı kapmış, içimden küfrederek, dışımdan omurgayı uzun tutmaya gayret ederek, Tatar Beyi sokaktaki Okay Temiz'in atölyesinin yanındaki sevgili duvarımın yanıbaşına vardım -sergimizin küratörü Nihan'ın eşlik ettiği kısa bir nalbur ziyaretinden hemen sonra. Mahalleli tabii ki oradaydı. Önce sizin afiş ne iş gibisinden takıldılar, sonra da fazla oyalanmadan hemen işin ucundan tuttular. Arto usta bu işlerin raconunu bilir tavırlarla, çarşaf katlama sanatının incelikleriyle paralel okumalar eşliğinde, afiş kılığına girmiş blog'umuzun  yine yeni yeniden duvara yapıştırılmasında üstün hizmet madalyasına layık görüldü. Mahallenin sanat kitapları satan dükkanının sahibi bu iş için çok da uygun olmayan fırçamıza silindir etkisi ekleyen bir aparatla sanatın kitabı nasıl yazılır oracıkta gösteriverdi. Okay Temiz atölyesinden çıkıp bu duvarın copyright'ının kendisinde olduğuna dair ufak çapta bir spekülasyon başlattı. Copyleft filan deyince güldü. Yine "o esnada" kim geldi dersiniz? TRT'ye tam 750 kere çıkmış -kendisi söyledi- bir dönemin pazar programlarının gediklisi, Elvis'ten Nurhan Damcıoğlu'na geniş bir repertuara sahip piyanistler piyanisti Yavuz Özışık. "Gerçek" bir piyanist olduğunu vurgulayarak söyledi, TRT'ye 750 kere çıktığını da. Sanırım o esnada aydınlandım: İşte dedim, gerçek olanla sanal olan, kamusal olanla özel olan arasındaki geçiş o; ta kendisi: Yavuz Özışık! Yan kafeden çaylar ısmarlandı, Yavuz Özışık bizi Okay Temiz'in türlü vurmalı ve türevleriyle dolu atölyesinde "biraz piyano dinlemeye" davet etti. Jingle Bells'le başladık, "Hayalimdeki Resim"le bitirdik. Mini resital biz çıktığımızda devam ediyordu, Fantastik akşamüstü Galata kulesine serpiştirilen "magic hour" tozlarıyla gündüzden geceye "yumuşak" bir geçiş yaptı. Tam o saatte bir yerlerde Yalan Rüzgarı başlıyor olmalıydı.


Bu arada söylemeden geçmek olmaz, yeni afişin ekseni biraz kaymış sanki. Pisa kulesi misali. Galata mı Pisa mı? Kuledibinde belirsizlik. E tabi, kırılan kalpler misali, olmuyor bir daha eskisi gibi. Afişin altını da biraz kesiverdik. Malum önümüz yaz, kısa kollu yapalım dedik. Bakarsın umduğundan iyi geçer bu yaz. Öptüm, Sezen.


Not: Bu yazının yazılmasının üzerinden birkaç saat geçmemişti ki, haber geldi: afiş yine yeni yeniden yırtılmıştı. Afişteki çöplerin sahipleri, duvarın önüne bıraktıkları çöplerin "afişe" edilmesinden rahatsızlarmış; tepkilerini de bu şekilde dile getiriyorlarmış diye bir söylenti var. Hep böyle kal.

10 Mayıs 2011 Salı

BU DUVARA ERİŞİM MAHKEME KARARIYLA ENGELLENMİŞTİR

İnternetten kovulanlar için yeni yerleşim alanı, bu duvarın arkası.
Duvardan geçiş yapabilirsiniz -ama önce eşyalarınızı bırakın, fazlalıklardan arının.
Zira arka taraf giderek kalabalıklaşmakta.

Duvarın arkasında yeni bir hayat başlıyor.

BAŞKA BİR İNTERNET MÜMKÜN!